28 Ekim 2007 Pazar

Girl with a Pearl Earring - Tracy Chevalier


İnci Küpeli Kız
17. yy. Hollandası, o zaman da çinileri ile meşhur Delf kasabası.
17 yasinda bir kız, değişen hayatı ve Johannes Vermeer'in tablosundaki inci kupeli, kocaman gozlu, urkek bakisli portre...

Kitabı ingilizcesinden okudum. Son derece akıcı bir dili var kitabın, ikigunde rahatça bitirilebilir. Dönemin Avrupası ile ilgili önemli ipuçları taşıyor.
Hayatlarındaki ani değişiklik ile ailesinden ayrılıp çok çocuklu bir ressamın evinde hizmetçi olmak zorunda olan kızın yaşadıkları onun ağzından anlatılıyor.
En çok resim sanatı ile ilgili tasvirler beni etkiledi. Gökyüzü mavi mi sadece, gerçek bir sanatçı için bir eser ne zaman biter, resim görüntünün tuale aktarılmasından mı ibaret... Ve tabii renkler ve o zamanlarda onların yapılışı, mesela lapis lazuli kullanılarak ultamarine renginin oluşturulması gibi detaylar son derece ilgi çekici.
Hem konusu, hem dili, hem hikayesi ile çok güzel bir roman...
Devamını okumak için...

Çok Yaşa Komedi


ustalarin hali baskadir… bir ustanin miriltisi, kagit uzerine ufacik cizgisi hatta ayak sesleri bile sanat eseridir. „Cok Yasa Komedi“ koca bir usta ile yapilan cay sohbeti tadindaydi. Anton Cehov…


"Her şey basit olmalıdır... Tümüyle basit... Teatral olmamaktır esas olan..." diyen buyuk usta.
Iste bu buyuk ustanin o yalin anlatimiyla „Cok Yasa Komedi!“ demek istiyorsaniz bu oyunu kacirmayin derim. Cehov’un uc farkli piyesinin bir araya getirilmesiyle olusan keyifli bir buket.

Donemin Rus kulturu, tasra hayati ile ilgili ipuclari vermekle beraber evlenme, kadin-erkek iliskisi -esitligi veya ustunlugu ne derseniz- gibi evrensel konularda da adeta gunumuze gondermeler yapiyor. ‚Yasasin kadin erkek esitligi, ordek gibi vuracagim su kadini!’ yaklasimini; ayni kisiyi, ayni sozleri soyleyen ayni kisiyi menfaatlerimiz dogrultusunda cok farkli algilayiverisimizi; bizi amansiz kovalayan kacamadiklarimizi kisaca hayata dair pek cok seyi buluyoruz Anton Cehov’da.

Oyuncularin tumu performanslariyla goz dolduruyor ama koylu Rus kadini figurunun hakkini layikiyla veren Zeynep Erkekli’yi ayrica belirtmeden gecmem mumkun degil. Tesekkurler, emegi gecen herkese, bizi Cehov Usta ile tekrar bulusturduklari icin!
"Sanırım Anton Çehov'la karşılaşan herkes, içinde ister istemez daha yalın, daha doğru, daha kendisi olma isteği duyardı... Çehov hayatı boyunca hep kendi ruhsal bütünlüğü içinde yaşadı; her zaman kendisi olmayı, iç özgürlünü korumayı başardı. Başkalarının özellikle de daha kaba insanların Anton Çehov'dan beklediklerine hiç aldırmadı... Bu güzel yalınlığın içinde, kendisi de yalın, gerçek ve içten olan her şeyi sevdi ve kendine özgü bir güçle başkalarına da yalın olmayı öğretti."
Maksim GORKİ

"Çehov bir sanatçı olarak ,önceki Rus yazarlarıyla, Turgenyev, Dostoyevski veya benimle, mukayese bile edilemez. Çehov'un kendi biçimi var empresyonistler gibi. Bakarsanız adam hiçbir seçim yapmadan, eline hangi boya geçerse onu gelişi güzel sürüyor. Bu boyalar arasında hiçbir münasebet yokmuş gibi görünür. Ama bir de geri çekilip baktın mı şaşırırsınız. Karşınızda parlak büyüleyici bir tablo vardır."
---------o-----------

Çok yaşa Komedi

Yazan: Anton Çehov
Çeviren: Yılmaz Gruda
Yöneten: Işıl Kasapoğlu
Dekor Tasarımı: Hakan Dündar
Giysi Tasarımı: Funda Çebi
Işık Tasarımı: Enver Başar
Müzik - Efekt: Cenap Oğuz
Reji Asistanları: Funda Eskioğlu, Ceren Cevahir, Burcu Barutçuoğlu


--------------------------------------------------------------------------------

Rol Dağılımı

Galip Erdal - Zafer Algöz - Zeynep Erkekli


--------------------------------------------------------------------------------

Özet
Çağdaş dram sanatının kurucusu Çehov’ un bütün insanlığa armağan ettiği kısa güldürülerini keyifle hatırlayalım. Bir Evlenme Teklifi’ ni, Tütünün Zararları’ nı, ve Ayı’ ı “insanlık komedyası” nın rengarenk albümünden ödünç alalım. Hayatın ve insanoğlunun tuhaflığını Çehov’ un eşsiz karakterlerinden izleyelim. Ölümünün 100. yılında onu, ölümsüz eserleriyle ve alabildiğine gülerek analım.

Çok yaşa komedi… İyi ki doğdun Çehov…

Devamını okumak için...

18 Ekim 2007 Perşembe

Cemil Meriç - Az Gelişmiş

"Kıt'aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Keller damlardı kılcımızdan. Bir biz vardık cihanda bir de küffar...
Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamndan utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, "Ben Avrupalıyım" demeğe başladı, "Asya bir cüzzamlılar diyarıdır."
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: "Hayır delikanlı", diye fısıldadılar, "sen bir az-gelişmişsin."
Ve Hristiyan Batı'nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir "nişan-ı zişan" gibi gururla benimsedi aydınlarımız."
Cemil Meriç, Bu Ülke

Evet belki de hep ifade etmek istedigimiz konunun bir paragraflık özeti. Ne zaman ki mezar taşlarını okuyamayan, hafızasını kaybetmiş nesiller kendilerini bulmak üzere yollara düştüler, bu amaçla çırpındılar, karşılarına bir "az-gelişmiş" dikildi. elbet eğer dost diye koşup kapılarını tırmaladıklarımız bize ayna diye bu sureti göstereceklerdi. ne de olsa dürüstlük 'ekonomik olarak rasyonel' düşünen zihinler için naif bir masaldan ibaret. Bizi bir az-gelişmiş yapan "Asya bir cüzzamlılar diyarı" sanrısı mıydı?
Devamını okumak için...

Yer altından notlar...


Yer altindan notlar mi? Kim yazar ki yer altindan, veya bir yazarin yer altinda isi ne?
Bir sicandir yazan oysa. "Eger bu dunyanin iyiligi, adaleti, durustlugu, vicdanı, bu gorduklerimse, o zaman ben seve seve bir sicanim." diyen bir sican ve bu durumundan utanmayan tam tersine gurur hatta bir cesit haz duyan bir sican. Ne o yoksa sicanlardan igrenir misiniz, yer altina inmeye, gercekle yuzlesmeye baslayinca; insanin ikiyuzlulugu, cikarciligi, basitligi oyle apacik olunca igrenilecek seyin aslinda sicanlar olmadiginin farkina variliyor. Igrenilmek ve yadsimak eyleminin muphemligine de: “Eski katillerin ellerine su dokemeyecegi gunumuz katillerinin yadsimamamizin sebebi her kose basinda goruyor olmamizdan baska nedir?”

Ne yapar insan, bir gudu bir durtu bir istek bir amactir onu harekete geciren. Iste o amaca yonelik bir adim, bir eylem dusunur ve hemen uygulamaya gecer. Bazen basarir, bazen karsisina duvarlar dikilir, yikamaz, engelleri asamaz vazgecer baska bir yone yonelir. Iste tam bu noktada sorguluyor eser: "Her seyi anlayan bir adam kendine nasil saygı duyar?". Gerçekten de yaptiklarini sonuna kadar sorgulayan ve idrak eden bunlari yapiyor olabilir miydi? Ve meydan okuyor "Yaptiginiz binaya bir tugla dahi eklersem yuh olsun bana". Isyan ediyor iki kere ikinin dort edisine. “Ne kahramanim ne korkak” yaklasimi ise bana kircilli dunyayi hatirlatiyor: aslinda “hem kahraman hem korkak” olmak “ne kahraman ne korkak” olmak arasında ne fark vardır, hangisi daha az sancili ki?
Payidar Tufekcioglu gerek performansı gerek seyirci ile kurdugu iletisimi ile son derece etkileyici. Herkesin gozunun icine ta derinden bakiyor. Gercekten oyunu bastan sona basariyla goturmeyi basariyor, ki boyle zorlu bir oyun icin bu son derece buyuk bir basari.
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin iki ana bolumden olusan kisa romanından uyarlanarak hazirlanmis oyun. E tabii o romanı okuyup da gelenlerin alacagi tat bambaska olsa gerek. Bu aralar klasik okumayi dusunenler icin bir oneri olsun en azindan.
Sarsici, carpici bir oyun. Dusunmekten korkmayan her zihni kendisiyle yuzlesmeye davet ediyor...

Yeraltından Notlar
Yazan: Fyodor Dostoyevski
Çeviren: Mehmet Özgül
Uyarlayan ve Yöneten: Özgür Yalım
Dekor Tasarım - Kostüm Tasarım: Ali Cem Köroğlu
Işık Tasarım: Önder Arık
Müzik: Alexander Petihof
________________________________________
Rol Dağılımı
Payidar Tüfekçioğlu, Alptekin Serdengeçti, Ömer Hüsnü Turat, Saydam Yeniay
Ali Fuat Çimen, Tayfun Savlıoğlu, Ezgi Çelik
________________________________________
Özet
Akıl gerçekten de insan eylemlerinde en belirleyici yönlendirici midir? İnsan yönünü sadece aklıyla bulabilir mi? Diyelim ki biri, kendine akılcı bir yön belirledi, bu her zaman o kişinin çıkarlarına uyar mı? Yoksa bir insan, kendini “akıl dışı” bir isyanla da var edebilir mi?
...Bu notlar da, bunların yazarı da besbelli hayal ürünüdür. Bununla birlikte, toplumumuzun durumunu, yapısını göz önüne alacak olursak, bu notların yazarı gibi kişilerin aramızda bulunmasının yalnızca mümkün değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu kabul ederiz. Benim bütün istediğim, pek yakın bir zaman öncesinin tiplerinden birini herkesin gözü önüne daha açık olarak sermektir. Bu tip, henüz tükenmemiş kuşağın bir temsilcisidir. “Yeraltı” adını verdiğimiz bölümde bu kişi kendisini, düşüncelerini açıklamakta; sanki bununla toplumumuzda niçin bulunduğunu, bulunmasının neden kaçınılmaz olduğunu söylemek istemektedir. İkinci bölüm ise bu kişinin yaşamındaki birkaç olayı anlatan gerçek anılardır. Fyodor Dostoyevski
Devamını okumak için...

10 Ekim 2007 Çarşamba

İlk Göz Ağrısı

eveet bu yilin tiyatro sezonuna da gecen cumartesi ilk adimimi atmis bulunuyorum.hem de cok neseli ve hareketli bir oyunla: ilk goz agrisi...
eser Feraizcizade Mehmet Şakir (1853-1911)'e ait.
osmanli doneminde gecen hadiseler kadin erkek liskilerini ele aldigindan aslinda son derece guncel. bir de buna uyarlama sirasinda yapildigini tahmin ettigim bir iki suste eklenince tadindan yenmiyor.

oyuncularin performansi son derece iyi, mahallenin delisi bile oyuna oyle bir kaptirmis ki kendini. bir de oyuncularin seyirci ile olan diyaloglari, bu tur iletisimleri hep begenirim ama boylesine dogal ve oyunun bir parcasi olunca daha da guzel tabii.
ve deginmeden gecilmeyecek bir baska nokta: kostumler... kisaca bir osmanli defilesi de diyebiliriz.
oyunda vurgulanan pek cok onemli konu yaninda uslup da var. bazen ufacik bir kelime bile sesimizinyuksekligi, beden dilimizle o kadar degisebiliyor ki, "bir dakika" derken bile :) ozellikle yeni evli ciftlere tavsiye edilebilir oyun aman ha birbirinizi kiymetini iyi bilin, var mi ilk gozagrisi gibisi!kisaca son dakikada aldigim "sandalye" biletine degdi, ustelik laf aramizda oyunu sandalyeden izlemek zorunda kalmadin, e ne de olsa son anda isi cikip gelememis kisiler hep oluyor.
Künye:
İstanbul Şehir Tiyatrosu

Feraizcizade Mehmet Şakir (1853-1911)
İlk Göz Ağrısı

Yöneten: Erhan Yazıcıoğlu
Uyarlayan: T. Yılmaz Öğüt
Dekor Tasarımı: Nilgün Gürkan
Kostüm Tasarımı: Ayşen Aktengiz
Oyun şarkısı, söz- müzik: Hazım Körmükçü
Müzik planlama: Hüseyin Tuncel,
Işık: Ceyhun Ergül
Koreografi : Eftal Gülbudak
Efekt tasarım: Levent Akman

Oynayanlar:
Oyunda, Bestem Türen (Naile),
Hazım Körmükçü (Burhan),
Gül Akelli (Beytiye),
Uğurtan Atakan (Bahtiyar),
Burteçin Zoga (Ceri Hasan),
Gürol Güngör (Zaik),
Funda Postacı Kıpçak (Akile),
Ümit İmer (Durmuş),
Yonca İnal (Mukadder),
Işıl Zeynep Tangör (Zevkiye),
Aslı Narcı (Hizmetçi),
Selçuk Yüksel (Kahveci),
Esra E. Karabaş (Kanuni Melahat),
Güneş Han,
Yeliz Tozan Uysal,
Pınar Aygün,
Esra Ede (Kızlar),
Gökhan Eğilmezbaş,
Doğan Altınel,
Yalçın Avşar,
Oğuzboy Vedat Şahin,
Mevlüt Demiryay (Erkekler)
-------------------------------------------------------------
Konusu:
Türk Tiyatrosunun en eski örneklerinden biri olan oyunda, seyirciye evlilik müessesesinde yaşanan sorunlar komedi tadında sunuluyor. Bursa Ahmet Vefik Paşa'nın açtığı tiyatroda onunla birlikte çalışmış ve hocalık yapmış olan komedya yazarımız Feraizcizade Mehmet Şakir, İlk Göz Ağrısı'nda, evlilik kurumu ve dönemin evlenme adet ve geleneklerini komedi formunda işliyor.

Hazım Körmükçü'yü 14 yıl aradan sonra tiyatro seyircisi ile buluşturan İlk Göz Ağrısı adlı oyunun yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu, alaturka bir oyunu günümüz seyircisinin ilgisine modernleştirerek sunuyor. Yazıcıoğlu, oyunun içinde "Osmanlı döneminde bir defile yapılsaydı, nasıl olurdu?" sorusunu sordurdurcasına, dönem giysileriyle bir defileyi oyunun içinde seyirci ile paylaşıyor. İlk Göz Ağrısı, kadınlar ve erkekler üzerine bir komedi.
Devamını okumak için...