5 Ağustos 2007 Pazar

Cemil Meriç


“Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi.” Cemil Meriç, Jurnal, 18.6.1974


1916’da Hatay’da doğdu. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’dan göçmüştü. Fransız idaresindeki Hayat’da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi’nde okudu. Tercüme bürosunda çalıştı, ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü yaptı. 1940’ta İstanbul Üniversitesi’ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. Mükemmel düzeyde Fransız okuyup yazan Meriç, İngilizceyi anlıyor, Arapçayı, kendi ifadesiyle “söküyor”du. Elazığ’da (1942-45) ve İstanbul’da (1952-54) Fansızca öğretmenliği yaptı. 1941’den başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladı. İÜ’de okutmanlık yaptı (1946-63) Sosyoloji Bölümü’nde ders verdi (1963-74). 1955’te, gözlerindeki miyopinin artması sonucu görmez oldu, ama olağanüstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. Çeşitli dergilerde yazıları yayımlandı. Hisar dergisinde “Fildişi Kuleden” başlığıyla sürekli denemeler yazdı. 1974’te emekli oldu ve yılların birikimini art arda kitaplaştırmaya girişti. 1984’te önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi, 13 Haziran 1987’de vefat etti. İlk telif eseri Balzac üzerine küçük bir incelemeydi. Hint Edebiyatı (1964) daha sonra Bir Dünyanın Eşiğinde başlığıyla iki kez daha basıldı. Saint-Simon, İlk Sosyolog İlk Sosyalist, 1967’de çıktı. 1974’ten sonra yayımlanan kitapları şunlardır: Bu Ülke (1974), Umrandan Uygarlığa (1974), Mağaradakiler (1978), Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikayesi (1981), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985).


Balzac’tan yaptığı çevirilerin ilki 1943’te yayımlandı. Fransız edebiyatından yaptığı çevirilerin yanı sıra, Uriel Heyd’in Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (1980), Thornton Wilder’ın Köprüden Düşenler (1981) ve Maxime Rodinson’un Batı’yı Büyülen İslam (1983) adlı eserlerini de Türkçeye kazandırdı. Cemil Meriç’in “Bütün Eserleri” toplu halde basılırken, daha önce yayımlanmamış üç kitabı daha yayımlandı: Jurnal 1 (1992), Jurnal 2 (1993), Sosyoloji Notları ve Konferanslar (1993).

Bağlantılar:

http://www.cemilmeric.net/

Alıntılar:

BiR FACiANIN HiKÂYESi'nden Alıntılar:

"Zavallı sair... Bülbül hamûs, havz tehî, gülistan harab diye inliyordu. Ne bülbül kaldı, ne havz.
Toplum zıvanadan çıkmıs. Cinayet cinayeti kovalıyor. Akıl susmus ve mefhumlar cehennem! Bir raks içinde tepinip duruyor. Sloganlar yönetiyor insanları. İdeolojiler yol gösteren birer harita degil, idrâke giydirilen deli gömlekleri. Aydın dilini yutmus; namlular konusuyor. Bir kıyametin arifesinde miyiz acaba? Dünyayı Seytan mı yönetiyor? Düzeni büyücüler mi bozdu? Bu kördügümü çözecek İskender nerede?"
...
"Yasayıs tarzımız babalarımızınkinden çok baska. Hayatımızı düzenleyen tek faktör: Ekonomi. Üç ayrı yoldan aynı feci akıbete sürükleniyoruz: Entellektüalizasyon, materyalizasyon, egalizasyon.
Entellektüalizasyon: Ruhun inisiyatifin, hürriyetin ve diledigimiz gibi hareket etme kabiliyetinin bir yana itilisi. Karar muhtariyetini kaybettik. Karsılastıgımız her durumda ne yapacagımız önceden belli. Bir emirler ve yasaklar agı ile kusatılmısız. Bir sistemin parçasıyız. Ferde kılavuzluk eden gönül degil, kendi dısında bir kafa. Bir isletmeye giren herkes ruhunu vestiyere bırakıyor. İnsanın gerçekten insan oldugu bir medeniyet sona ermistir artık. Emegin mahiyeti degismistir. Materyalizasyon: Günümüz insanı bir makinadır, daha dogrusu makinanın bir parçasıdır,
Egalizasyon: Yasayıs sekillerimiz bastanbasa yeknesaklasıyor. Çagımızın vebası, bu yeknesaklasma.
Üçü de aynı hastalıgın belirtileri: Rasyonalizasyon (BKZ. Umrandan Uygarlıga, “Çagdas uygarlık düzeyi”)
Degerin biricik temeli, biricik ölçüsü: Servet. Tek mertebeler dizisi var: Gelire ve sermayeye dayanan hiyerarsi. Deger adına ne varsa, büyüsünü kaybetti. Daha dogrusu, tek hikmet-i vücudu kaldı: Para kazanmak. Malı mülkü olmayan hiçtir. Aydın, hatırı sayılır geliri varsa itibar görür. Eskiden servetin kaynagı siyasi idi. Siyasi nüfuzunuz varsa, servetiniz de vardı. Bugün paranız varsa nüfuzunuz da var. Paranın kaynagı: İktisat. Seçkinler, is hayatına akıl erdirenlerdir. Para babaları ile siyasi sefler sarmas-dolas. Ülkeleri yönetenler, servet sahipleri: Sarraflar, bankerler, bezirgânlar veya sanayiciler"
...
"Devlet, iktisadi çıkarların savunucusu. Hükümet seklinin fazla önemi yok. Demokrasi dedigimiz, sınıflar arasındaki uzlasmanın kanunilesmesi. Savasın amacı da: Ya maddî çıkarları korumak yahut yeni kazançlar saglamak.Düsman: Yoksul kalabalık. Kalabalıgın her mel'ânete basvurması kabil, onun için dikkatle denetlenmesi sart. Ortak bir suur yok artık. Herkesin konustugu dil baska. Hırsızlarla dolu bir panayırdayız. Bezirgânlar mallarını sürmek için sesleri çıktıgı kadar bagırıyorlar. Tam bir yaygara. Oysa medeniyet üslûp demektir."
...
"Anarsist, ütüyopyalarını ballandıra ballandıra anlatırken irkiliyoruz. Ama düsmanlarını elestirir, kurulu düzenin savunucularını yererken, hükümlerinin çok yerinde oldugunu kabul ediyoruz."
...
"Geçen asrın sonlarında bir Fransız hukukçusu söyle yazıyordu: “Bugün basrolde üç aktör var: parababası, politikacı, anarsist. Makinalasan realite, gemi azıya alan üretim, politikacı ile is adamını eritti; artık güçleri sadece görünüste. Modern dünya belli bir insan tipi doguruyor hep, Janus'a benzeyen bir insan: bir yüzü ile robot, bir yüzü ile manda! Reklâmın ve propagandanın biçimlendirdigi, Pavlov'un köpekleri gibi sartlı reflekslerle harekete geçen bu insan karsısında isyan ediyor anarsist. Ve öfke ile haykırıyor çagdaslarına: “Ol veya öl.” İnsan, hürriyetini bir an önce elde edemezse, baskının pençesinde uçuruma sürüklenecektir. 1888'de İspanyol anarsistleri, Valence'deki bir toplantıda söyle diyorlardı: “Toplum boyun egerse ne âlâ. Cana kıymamıza lüzum kalmaz. Karsı koymakta direnirlerse, serrin ve rezaletin kökünü kazımak lâzım, ama hepimiz ölecekmisiz, ölelim.”"
...
" Toplumda daha az yetenekli, daha az kurnaz, daha az güçlü olan, kuvvetli tarafından ya mahvedilir, ya kölelestirilir."
...
"Anarsist doktrinlerin üzerinde birlestikleri bir baska nokta: Üretim ve emegin kendiliginden düzenlenecegine inanısları. Onlar da Fourier gibi her seyin (çekim sayesinde) tıkır tıkır isleyecegini söylerler. Bir kelimeyle hepside iyimserdir."
...
"Düsüncenin de, eylemin de esiginde abes var. Belki karısık, belki müphem. Ama kesin bir duygu. Uzak, ama mevcud. Bir beklenmedik duygu, bir yolun dönemecinde veya bir lokantanın aralıgında içinize çöker. Ani ve rezil bir duygu. Birden yakalayıverir sizi. Ve bütün hayatınızı degistirir. Size mahsus bir tecrübe. Baskasına aktaramazsınız.
Uyanıs, tramvay, dört saat çalısma, yemek, tramvay, dört saat çalısma, yemek, sonra uyku ve Pazartesi, Salı, Çarsamba, Persembe, Cuma ve Cumartesi aynı yeknesaklık.
Umumiyetle sıkılmadan yaparız bu yolculugu. Jestlerimizin otomatizmi de, gündelik hayatın dıs ritmine uyar. Anlamsızlık, yalnız dısımızda degil, içimizdedir de."
...
"Bu anlasılmaz dünya, bu saçma sapan gündelik hayat, ölümle sona erecek olan bu sessiz komedi karsısında, suur... Suur uyanıncaya kadar gayet tabii ve rahat olarak yasanan gündelik hayat. Birdenbire sıkıcı ve mide bulandırıcı olmaga baslar. Çünkü suur, hayatın otomatik ritmi ile kaynasmısken, bu ahenk bozuluverir. Sasırır insan. Ben ki suurum, nasıl olmus da kendi dısımda bir varlıkla kaynasabilmisim? Suur ayrılır ve islemege baslar. Anlarız ki suur, tek güzel sey. Çünkü her sey suurla baslar, her seyin degerini yapan suurdur. Bir yanda suur, ötede irrasyonel. İzlenecek üç yol var:
1 - Hayatın manası yoksa öldürürüm kendimi. Ama kimsenin kendini öldürdügü yok. İntihar bir çözüm degil, çünkü suuru hesaba katmıyor. Abes, suurdan dogmustur ve bir hakikat olarak yasamalıdır.
2 - İkinci yol, ümid. Suurun önünde abes duvarı var. Suur yeni bir hayat arar. Bu dünyanın anahtarı olan baska bir dünya hayali ile yasar. Bir gün her sey aydınlanacaktır. Daha simdiden her seyin bir hikmet-i vücudu oldugu düsünülebilir. İman söz konusudur. Camus burada teselli metafiziklerini tahlil eder.
3 - Gerçek çözüm yolu: İsyandır. Uyusuklugu red etmek ve suurdan yana olmak kahramanca bir çözüm. İsyan abes'e yönelis, abese bakıs, suuru abese fırlatıstır. Yasamak, abesi yasatmaktır. İsyanın kaynagı gurur degil, suurdur. Evet, isyan dünyayı alt eder, ama ümidsizdir, çünkü mutlak bir ölüm düsüncesinden dogar, isyanla suur ölümsüzlesmez."
...
"hürriyet bayragı altındaki esir kampları insan sevgisi adına veya insan üstü ugruna islenen katliamlar muhakemeyi bir mânâda alt üst ediyor. Cinayet suçsuzluk postuna bürününce (zamanımıza mahsus garib bir terslik), suçsuzluk kendini savunmak zorundadır."
...
"Peki, elinizi kolunuzu baglasanız, o zaman da baskalarının öldürülmesine rıza göstermis olmıyacak mısınız? Tek hürriyetiniz var; insanların mükemmel olmadıgından yakınmak."
...
"siddet, tarihin hiçbir döneminde çagımızdaki kadar yüçeltilmemistir."
...
"“Çok acı, daha dogrusu çok ayıp... Bombalar patlar ve günahsız insanlar göz göre göre öldürülür veya sakatlanırken gazetelerdeki iri baslıklar ve haber bültenlerine öylesine alıstık ki, kılımız bile kıpırdamıyor artık. Birbirini kovalayan her saldırıdan sonra içimizden yükselen öfke çabucak kaybediyor etkisini.” (Anthony) Tony Burton"
...
"Asya’nın çöküsü diye bir mesele yok. Avrupa’nın uyanısı diye bir harika var: Batı olayı,"
...
"... Avrupa'nın yayılması korkunç oldu: bütün Afrika'yı, Okyanusya'yı, Güney Asya'nın tümünü ele geçirdi Avrupa. Haritaya bir göz atın. Fransa’nın, İngiltere'nin, Hollanda'nın, Belçika'nın, Almanya'nın sömürgelestirdigi uçsuz bucaksız topraklar görürsünüz."
...
"Rusya Avrupa'nın gözünde egzotik ve Asyalı olmaktan kurtulamamıstır bir türlü. Kurtulamamıstır çünkü Ortodoks’tur. Ortodoks demek, Bizans'a yakın demek. Batı Avrupa milletlerinden çok, Balkan kavimleriyle akraba... Bu yüzden de, Avrupa'nın dısında tutulmaya mahkûm."
...

Yorumlar:

zarka:
Henüz kitaplarina baslamadan once Cemil Meriç ile ilgili okudugum yorumlarda dikkatimi ceken yazarin yuceltilmesi oldu. Genel olarak "Ustat" diye bahsedilmesi, duyulan saygi belki normal karsilanabilir ancak bir dusunurun, bir yazarin kutsallastirilmasinda hep soguk bakarim. ne de olsa fikirleri vardir, bu fikirler degerlidir ama mutlak ve tek dogru olmadiklari gibi okur dusunurden farkli hatta zit bir yaklasima sahip olabilir, kimi tespitlerini yerinde bulurken digerlerine katilmayabilir.
Bunlar sanirim cogunlugunda katilacagi noktalar. Cemil Meric okumaya basladiktan sonra beni en cok etkileyen seylerden biri bir konu ile ilgili farkli yaklasimlari ayni anda sunmasi oldu, iste fikir iscisi ile kastedilen.
Onu okudukca ona verilen degeri anlamak mumkun oluyor. Cemil Meric'i okurken genelde tarihi, dusuncenin gelisimini ve ozelde kendi dusunce tarihimizi, gecirdigimiz asamalari ve en onemlisi bunlarin bize etkilerini gormek mumkun oluyor. Onu okudukca kendimi biraz daha iyi taniyor ve anliyorum. Bir dusunur yazdiklariyla size bu hissi verdiginde, duydugunuz saygi ayni zamanda bir minnettarliga donusuyor. Artik o sadece bir zamanlar yasamis bir yazar degil, su anda size destek olan, dertlerinizi dinleyen, anlayan ve size sizi anlatan bir dost, danisip guvenebileceginiz bir buyuk, bir "Ustad"tir.
Su asamada Cemil Meric’e „Ustad“ demeyi kendi acimdan yine de iddali buluyorum. Cunku dusuncenin bu boyutuna gecebilmis birine „ustad“ diyebilmek icin onu hem cok okumak hem de anlayarak okumak gerekir. Yazdiklari sifre iceren mesajlar gibi bu noktada okuyucunun derinligi, bilgisi onem kazaniyor. Bu noktada evet „ustad“tan cok sey ogreniyorum ancak onun „ogrencisi“ oldugumu soylemek fazla iddali. Ama bu bir bahane degil olmamali da. Cemil Meric’i okumak sanirim hepimizin vazifesi/borcu. Bugun begenemiyorsak yasadiklarimizi ve sikayetcisi/yabancisi isek kendimizin, bir eksikler hissediyorsak sanirim bu birazda Cemil Meric oku(ya)mamaktan kaynaklaniyor. Dusunce dunyamizin temel taslarindan biri oldugunu dusunuyorum, goruslerini katilip/katilmamak gibi bir sey zaten soz konusu degil, cunku dikte ettigi bir soylemi yok. Onu okuyarak dusunmeyi ogrenmek mumkun, uzak kaldigimiz -uzak kaldigimizi icin geri kaldigimiz- dusunceyi.

redcycle: arkadaslar,cemil meric okurken anlamadığım kelimeler oluyor haliyle.. bunun icin iyi bir sozluk önerebilecek olan var mı?
zarka:
simdilik internet uzerinden idare edebilecegin iki kaynak:

http://www.osmanlicaturkce.com/

http://www.ebrulisozluk.net/

ama kutuphanemiz icin iyi bir sozluk de edinmek iyi olur tabii.bir de "bir facianin hikayesi"ne internetten ulasmak icin:

http://rapidshare.com/files/21223924/cemil_meric_bir_facianin_hikayesi_.rar


4 yorum:

redcycle dedi ki...

bir şey itiraf etmek istiyorum. jurnali okuyorum ve hiçbirşey anlamıyorum. baktım olmayacak, sevgiliye mektuplar kısmına atlayıp orayı okudum. orada yazanlar en azından anlaşılır şeylerdi ama o kadar karamsar ve iç sıkıcı geldi ki yazdıkları. aşklarına saygı duymaktan çok acıdım.
hem kim bu clotilde, kim bu comte? Cemil meriç okuyabilmek için, quinze vinzt nedir bilmek mi gerekir? yunan mitolojisi mi okumak lazım öncesinde? ya da başka bir kitabını mı okumalıyım. öyleyse eğer pazar günkü buluşmaya kitabını bitirmiş olan varsa getirsin değiştirelim.

Elif Günbeyi dedi ki...

Ben Bu Ulke'yi okuyorum, acikcasi kitabin bana cok sey kattigini dusunuyorum, kitabi okurken yazarin fikirlerini kendime yakin buldugumu soyleyebilirim.

Z'den A'ya dedi ki...

BiR FACiANIN HiKÂYESi'nden Alıntılar:

"Zavallı sair... Bülbül hamûs, havz tehî, gülistan harab diye inliyordu. Ne bülbül kaldı, ne havz.
Toplum zıvanadan çıkmıs. Cinayet cinayeti kovalıyor. Akıl susmus ve mefhumlar cehennem! Bir raks içinde tepinip duruyor. Sloganlar yönetiyor insanları. İdeolojiler yol gösteren birer harita degil, idrâke giydirilen deli gömlekleri. Aydın dilini yutmus; namlular konusuyor. Bir kıyametin arifesinde miyiz acaba? Dünyayı Seytan mı yönetiyor? Düzeni büyücüler mi bozdu? Bu kördügümü çözecek İskender nerede?"
...
"Yasayıs tarzımız babalarımızınkinden çok baska. Hayatımızı düzenleyen tek faktör: Ekonomi. Üç ayrı yoldan aynı feci akıbete sürükleniyoruz: Entellektüalizasyon, materyalizasyon, egalizasyon.
Entellektüalizasyon: Ruhun inisiyatifin, hürriyetin ve diledigimiz gibi hareket etme kabiliyetinin bir yana itilisi. Karar muhtariyetini kaybettik. Karsılastıgımız her durumda ne yapacagımız önceden belli. Bir emirler ve yasaklar agı ile kusatılmısız. Bir sistemin parçasıyız. Ferde kılavuzluk eden gönül degil, kendi dısında bir kafa. Bir isletmeye giren herkes ruhunu vestiyere bırakıyor. İnsanın gerçekten insan oldugu bir medeniyet sona ermistir artık. Emegin mahiyeti degismistir. Materyalizasyon: Günümüz insanı bir makinadır, daha dogrusu makinanın bir parçasıdır,
Egalizasyon: Yasayıs sekillerimiz bastanbasa yeknesaklasıyor. Çagımızın vebası, bu yeknesaklasma.
Üçü de aynı hastalıgın belirtileri: Rasyonalizasyon (BKZ. Umrandan Uygarlıga, “Çagdas uygarlık düzeyi”)
Degerin biricik temeli, biricik ölçüsü: Servet. Tek mertebeler dizisi var: Gelire ve sermayeye dayanan hiyerarsi. Deger adına ne varsa, büyüsünü kaybetti. Daha dogrusu, tek hikmet-i vücudu kaldı: Para kazanmak. Malı mülkü olmayan hiçtir. Aydın, hatırı sayılır geliri varsa itibar görür. Eskiden servetin kaynagı siyasi idi. Siyasi nüfuzunuz varsa, servetiniz de vardı. Bugün paranız varsa nüfuzunuz da var. Paranın kaynagı: İktisat. Seçkinler, is hayatına akıl erdirenlerdir. Para babaları ile siyasi sefler sarmas-dolas. Ülkeleri yönetenler, servet sahipleri: Sarraflar, bankerler, bezirgânlar veya sanayiciler"
...
"Devlet, iktisadi çıkarların savunucusu. Hükümet seklinin fazla önemi yok. Demokrasi dedigimiz, sınıflar arasındaki uzlasmanın kanunilesmesi. Savasın amacı da: Ya maddî çıkarları korumak yahut yeni kazançlar saglamak.Düsman: Yoksul kalabalık. Kalabalıgın her mel'ânete basvurması kabil, onun için dikkatle denetlenmesi sart. Ortak bir suur yok artık. Herkesin konustugu dil baska. Hırsızlarla dolu bir panayırdayız. Bezirgânlar mallarını sürmek için sesleri çıktıgı kadar bagırıyorlar. Tam bir yaygara. Oysa medeniyet üslûp demektir."
...
"Anarsist, ütüyopyalarını ballandıra ballandıra anlatırken irkiliyoruz. Ama düsmanlarını elestirir, kurulu düzenin savunucularını yererken, hükümlerinin çok yerinde oldugunu kabul ediyoruz."
...
"Geçen asrın sonlarında bir Fransız hukukçusu söyle yazıyordu: “Bugün basrolde üç aktör var: parababası, politikacı, anarsist. Makinalasan realite, gemi azıya alan üretim, politikacı ile is adamını eritti; artık güçleri sadece görünüste. Modern dünya belli bir insan tipi doguruyor hep, Janus'a benzeyen bir insan: bir yüzü ile robot, bir yüzü ile manda! Reklâmın ve propagandanın biçimlendirdigi, Pavlov'un köpekleri gibi sartlı reflekslerle harekete geçen bu insan karsısında isyan ediyor anarsist. Ve öfke ile haykırıyor çagdaslarına: “Ol veya öl.” İnsan, hürriyetini bir an önce elde edemezse, baskının pençesinde uçuruma sürüklenecektir. 1888'de İspanyol anarsistleri, Valence'deki bir toplantıda söyle diyorlardı: “Toplum boyun egerse ne âlâ. Cana kıymamıza lüzum kalmaz. Karsı koymakta direnirlerse, serrin ve rezaletin kökünü kazımak lâzım, ama hepimiz ölecekmisiz, ölelim.”"
...
" Toplumda daha az yetenekli, daha az kurnaz, daha az güçlü olan, kuvvetli tarafından ya mahvedilir, ya kölelestirilir."
...
"Anarsist doktrinlerin üzerinde birlestikleri bir baska nokta: Üretim ve emegin kendiliginden düzenlenecegine inanısları. Onlar da Fourier gibi her seyin (çekim sayesinde) tıkır tıkır isleyecegini söylerler. Bir kelimeyle hepside iyimserdir."
...
"Düsüncenin de, eylemin de esiginde abes var. Belki karısık, belki müphem. Ama kesin bir duygu. Uzak, ama mevcud. Bir beklenmedik duygu, bir yolun dönemecinde veya bir lokantanın aralıgında içinize çöker. Ani ve rezil bir duygu. Birden yakalayıverir sizi. Ve bütün hayatınızı degistirir. Size mahsus bir tecrübe. Baskasına aktaramazsınız.
Uyanıs, tramvay, dört saat çalısma, yemek, tramvay, dört saat çalısma, yemek, sonra uyku ve Pazartesi, Salı, Çarsamba, Persembe, Cuma ve Cumartesi aynı yeknesaklık.
Umumiyetle sıkılmadan yaparız bu yolculugu. Jestlerimizin otomatizmi de, gündelik hayatın dıs ritmine uyar. Anlamsızlık, yalnız dısımızda degil, içimizdedir de."
...
"Bu anlasılmaz dünya, bu saçma sapan gündelik hayat, ölümle sona erecek olan bu sessiz komedi karsısında, suur... Suur uyanıncaya kadar gayet tabii ve rahat olarak yasanan gündelik hayat. Birdenbire sıkıcı ve mide bulandırıcı olmaga baslar. Çünkü suur, hayatın otomatik ritmi ile kaynasmısken, bu ahenk bozuluverir. Sasırır insan. Ben ki suurum, nasıl olmus da kendi dısımda bir varlıkla kaynasabilmisim? Suur ayrılır ve islemege baslar. Anlarız ki suur, tek güzel sey. Çünkü her sey suurla baslar, her seyin degerini yapan suurdur. Bir yanda suur, ötede irrasyonel. İzlenecek üç yol var:
1 - Hayatın manası yoksa öldürürüm kendimi. Ama kimsenin kendini öldürdügü yok. İntihar bir çözüm degil, çünkü suuru hesaba katmıyor. Abes, suurdan dogmustur ve bir hakikat olarak yasamalıdır.
2 - İkinci yol, ümid. Suurun önünde abes duvarı var. Suur yeni bir hayat arar. Bu dünyanın anahtarı olan baska bir dünya hayali ile yasar. Bir gün her sey aydınlanacaktır. Daha simdiden her seyin bir hikmet-i vücudu oldugu düsünülebilir. İman söz konusudur. Camus burada teselli metafiziklerini tahlil eder.
3 - Gerçek çözüm yolu: İsyandır. Uyusuklugu red etmek ve suurdan yana olmak kahramanca bir çözüm. İsyan abes'e yönelis, abese bakıs, suuru abese fırlatıstır. Yasamak, abesi yasatmaktır. İsyanın kaynagı gurur degil, suurdur. Evet, isyan dünyayı alt eder, ama ümidsizdir, çünkü mutlak bir ölüm düsüncesinden dogar, isyanla suur ölümsüzlesmez."
...
"hürriyet bayragı altındaki esir kampları insan sevgisi adına veya insan üstü ugruna islenen katliamlar muhakemeyi bir mânâda alt üst ediyor. Cinayet suçsuzluk postuna bürününce (zamanımıza mahsus garib bir terslik), suçsuzluk kendini savunmak zorundadır."
...
"Peki, elinizi kolunuzu baglasanız, o zaman da baskalarının öldürülmesine rıza göstermis olmıyacak mısınız? Tek hürriyetiniz var; insanların mükemmel olmadıgından yakınmak."
...
"siddet, tarihin hiçbir döneminde çagımızdaki kadar yüçeltilmemistir."
...
"“Çok acı, daha dogrusu çok ayıp... Bombalar patlar ve günahsız insanlar göz göre göre öldürülür veya sakatlanırken gazetelerdeki iri baslıklar ve haber bültenlerine öylesine alıstık ki, kılımız bile kıpırdamıyor artık. Birbirini kovalayan her saldırıdan sonra içimizden yükselen öfke çabucak kaybediyor etkisini.” (Anthony) Tony Burton"
...
"Asya’nın çöküsü diye bir mesele yok. Avrupa’nın uyanısı diye bir harika var: Batı olayı,"
...
"... Avrupa'nın yayılması korkunç oldu: bütün Afrika'yı, Okyanusya'yı, Güney Asya'nın tümünü ele geçirdi Avrupa. Haritaya bir göz atın. Fransa’nın, İngiltere'nin, Hollanda'nın, Belçika'nın, Almanya'nın sömürgelestirdigi uçsuz bucaksız topraklar görürsünüz."
...
"Rusya Avrupa'nın gözünde egzotik ve Asyalı olmaktan kurtulamamıstır bir türlü. Kurtulamamıstır çünkü Ortodoks’tur. Ortodoks demek, Bizans'a yakın demek. Batı Avrupa milletlerinden çok, Balkan kavimleriyle akraba... Bu yüzden de, Avrupa'nın dısında tutulmaya mahkûm."
...

Z'den A'ya dedi ki...

Henüz kitaplarina baslamadan once Cemil Meriç ile ilgili okudugum yorumlarda dikkatimi ceken yazarin yuceltilmesi oldu. Genel olarak "Ustat" diye bahsedilmesi, duyulan saygi belki normal karsilanabilir ancak bir dusunurun, bir yazarin kutsallastirilmasinda hep soguk bakarim. ne de olsa fikirleri vardir, bu fikirler degerlidir ama mutlak ve tek dogru olmadiklari gibi okur dusunurden farkli hatta zit bir yaklasima sahip olabilir, kimi tespitlerini yerinde bulurken digerlerine katilmayabilir.
Bunlar sanirim cogunlugunda katilacagi noktalar. Cemil Meric okumaya basladiktan sonra beni en cok etkileyen seylerden biri bir konu ile ilgili farkli yaklasimlari ayni anda sunmasi oldu, iste fikir iscisi ile kastedilen.
Onu okudukca ona verilen degeri anlamak mumkun oluyor. Cemil Meric'i okurken genelde tarihi, dusuncenin gelisimini ve ozelde kendi dusunce tarihimizi, gecirdigimiz asamalari ve en onemlisi bunlarin bize etkilerini gormek mumkun oluyor. Onu okudukca kendimi biraz daha iyi taniyor ve anliyorum. Bir dusunur yazdiklariyla size bu hissi verdiginde, duydugunuz saygi ayni zamanda bir minnettarliga donusuyor. Artik o sadece bir zamanlar yasamis bir yazar degil, su anda size destek olan, dertlerinizi dinleyen, anlayan ve size sizi anlatan bir dost, danisip guvenebileceginiz bir buyuk, bir "Ustad"tir.
Su asamada Cemil Meric’e „Ustad“ demeyi kendi acimdan yine de iddali buluyorum. Cunku dusuncenin bu boyutuna gecebilmis birine „ustad“ diyebilmek icin onu hem cok okumak hem de anlayarak okumak gerekir. Yazdiklari sifre iceren mesajlar gibi bu noktada okuyucunun derinligi, bilgisi onem kazaniyor. Bu noktada evet „ustad“tan cok sey ogreniyorum ancak onun „ogrencisi“ oldugumu soylemek fazla iddali. Ama bu bir bahane degil olmamali da. Cemil Meric’i okumak sanirim hepimizin vazifesi/borcu. Bugun begenemiyorsak yasadiklarimizi ve sikayetcisi/yabancisi isek kendimizin, bir eksikler hissediyorsak sanirim bu birazda Cemil Meric oku(ya)mamaktan kaynaklaniyor. Dusunce dunyamizin temel taslarindan biri oldugunu dusunuyorum, goruslerini katilip/katilmamak gibi bir sey zaten soz konusu degil, cunku dikte ettigi bir soylemi yok. Onu okuyarak dusunmeyi ogrenmek mumkun, uzak kaldigimiz -uzak kaldigimizi icin geri kaldigimiz- dusunceyi.